hesabın var mı? giriş yap

  • konusanlarina çok entel ve bilimsel bir hava verir. atina'da kafasi kasketli (bayagi bizim bildigimiz çiftci kasketi) seyyar bir muz saticisi bana "penta, heksa" vs. diye para üstü sayarken "kim bilir ne biçim geometri biliyordur bu adam" diye geçmisti aklimdan.

  • 34 yaşında, evlilik karşıtı ve dolayısıyla bekar bir arkadaştan:
    "şilili madenci yeraltından çıkar çıkmaz sevgilisine evlenme teklif etmiş… iki ay sonra birileri gelip kurtarır sanıyor herhalde."

  • bulaşıkların yemekten sonra değil de yemekten önce yıkandığı tek yer öğrenci evidir..

  • üzerinden bu kadar zaman geçtikten sonra ekşisözlük'te bile ( başka yerde olsa bu kadar canım yanmayacak) savaş ay'ın pis bir katakullisi sonucu akıllara yanlış yer ettirilen "çişim geldi " cevabı ile aşağılanmaya çalışılan yıldız.
    efendim 1994 yılında türkiye dahil bütün dünyada beğeniyle izlenenen ve 1995 de oscar kazanan forrest gump filminin son sahnelerinin baş rol oyuncusu tom hanks'e ait unutulmaz repliği "çişim geldi " o yıl bir ödül töreninde tarkan tarafından tam yeri gelmiş bir pozisyonda filme gönderme olarak kullanılmıştır. mesele bundan ibarettir. savaş ay bile o gün yaptığı izleyiciyi yanıltma çabasından artık vazgeçmiş bu işten pişmanlık duyduğunu defalarca belirtmiştir. bunu temcit pilavı gibi her tarkan lafı geçtiğinde ısıtıp ısıtıp önümüze komaktan ve her seferinde yemekten bıkmadık mı?

    edit: forrest gump filminin bahsettiğmiz sahnesinin videosu:
    [http://www.youtube.com/watch?v=jsedbnslgok http://www.youtube.com/watch?v=jsedbnslgok]
    sevgili comptrol'a video ile ilgili verdiği bilgi için teşekkürler.

  • aç kalınan bir günde dışarıdan sipariş verilmesi, kapıyı açınca kapıda kişinin babası yaşında birisinin yağmurdan sırılsıklam olmuş bir şekilde kat kat giyinerek gelmiş, biraz da zorla konuşarak iyi akşamlar diyerek siparişi uzatması. üzerimde yarım kollu tişört falan vardı benim de, ev sıcak. herif belli ki üşümüş, babam yaşında, bana siparişimi getiriyor. benim dışarda yağmur yağdığından bile haberim yok. oturuyorum öyle sik sik evde.

    ulan dünya bazen öyle boktan bir yersin ki.

  • ''kız gecelikle fotoğraf çekilmiş yüzüne 1 kilo makyaj yapmış fotoğrafın altınada 'ev halim' yazmış. hangi evdeyse artık.''

  • fizik kurallarıyla aralarındaki pürüzsüz aşk beni hep cezbetmiş canlılardır.

    fakat dün akşam öyle bir tesadüf (yoktur ama var sayalım şimdi) oldu ki o bile "ehehehe nooldu yav" diye çıktı kutunun içinden.

    bunların hepsi kutu manyağı. bunu biliyoruz. bir kedi düşünün henüz bir yaşında değil ve 4.5 kilo. konuşkan ve göbekli bişi.

    üst kata çıkarmak için merdivenlerin yarısına kadar getirip bıraktığım kutuyla oynarken, sen bunun içine gir, arka patilerle ite ite basamak başına kadar getir ve ordan da aşağa kay, kutunun içinde! ve o kutu her biri ayrı ölçüdeki basamaklardan inerken hiç takla atmasın.

    içinden çıkıp "miiik" derkenki halinden anladım ki acayip hoşuna gitti ama nasıl olduğunu anlayamadı. neyse ki!

    bir de anlasaydı kardeşleri de öğrenecekti ve buyrun bakalım merdivenden kayan kediler varyetesi.

    o değil de bir anda olan bu şeyin ne vidyosu var ne fotoğrafı... peh.

  • antik mısır medeniyetinin bilim konusunda kayışı kopardığı konular.
    misal:

    antik mısırda hamile bir kadının karnındaki bebeğin kız mı yoksa erkek mi olduğunu tahmin etmek için bir test geliştirilmiş. vay amk!
    yönteme bak şimdi, hamile kadının bir kaç gün buğday ve arpa tohumlarına idrarını yapması sağlanırmış.
    eğer sadece buğday filizlenirse bebek kız, sadece arpa filizlenirse bebek erkek her ikisi de filizlenmezse ortada bebek filan yok, kadın hamile değil.

    2000 yıl önce sen nasıl ettin nasıl bir tesadüfle veya çalışma ile bunu buldun arkadaş? piramit konusuna hiç girmiyorum ramses mamses demem üzerim!

    üstelik, kafası kırık isviçreli bilimadamları ve norveçli balıkçılar çok eski bir papirusta tarif edilen bu testin doğruluğunu anlamak için 1963 yılında bir çalışma yapmışlar. isviçreli bilimadamları buldukları bulgularda bu yöntemin yüzde 70 oranda doğru sonuç verdiğini tespit etmişler. norveçli balıkçılar ise deneyin neresinde görev aldıkları henüz bilinmiyor.

    1

  • "eğer bir gün söylediklerim bilimle ters düşerse siz bilimi seçin." diyebilmiş bir insandır.

    insanlık tarihinde tüm gücü eline almışken bu lafı edebilmiş çok az aydın siyasetçi var. tüm söylediklerinden öte bu lafı benim kendisine olan saygımın sebebi. içinde ego yok, çıkar beklentisi yok, insanın nefsine dair en ufak emare yok.

    çok açıkça doğruya yönelin beni olduğumdan fazlası haline getirmeyin. doğruyu işin uzmanından öğrenin diyor.

    bir siyasi lider daha ne demeli nasıl gelecek nesilleri yönlendirmeli bilemiyorum. ben elimden geleni yaptım gerisini aklın bilginin ışığında siz yapın diyor işte. bilime, veriye güvenin onu üretene danışın diyor.

    araştırın, öğrenin, sorgulayın diyor.

    kimsenin kölesi, fikirlerinin uşağı olmayın, hayatı ilimin fenin sağladığı konfor içinde özgürce yaşayın diyor. lider aramayın kral, padişah, reis peşinde koşmayın doğrudan başka yön göstericiniz olmasın diyor.

    her zaman için geçerli ve kesin doğru yoktur, benim söylediklerim de yeni keşiflerle yanlışlanabilir, hatalı olduğu ortaya çıkabilir. o vakit geldiğinde hıyar gibi atamız liderimiz paşamız hata yapmaz biz onun dediğini yapmaya devam edeceğiz demeyin diyor.

    adam halkını tanıyor.
    olacakları görüyor.

    bilginin kaynağına inin okuyun öğrenin sonra da bu veriyi kendi aklınızda işleyip ona göre hareket edin diyor.

    daha ne desin?

    atatürk bu sorgulama fakiri toprakların üzerinden muson yağmuru gibi yağıp geçmiş gerçekten. yeşertebildiğini yeşertmiş kalanları da tüm memlekete kök söktürmeye devam ediyor.

    ancak yanlış anlaşılmasın bir yılgınlık, umutsuzluk hali değil benim içinde olduğum. daha önce de yazdığım gibi bu memlekette insana, sanata, estetiğe, tekniğe dair güzel olan ne varsa görüyoruz ki hala o tertemiz yüzlü aydınlık cumhuriyet çocuklarının elinden aklından gönlünden ortaya çıkıyor. inanın bu ilerleme yenilemez, yıpratılamaz, durdurulamaz.

    aksine üretilen her sanat eserinde, yazılan her makalede, keşfedilen her teknolojide büyür çoğalır güçlenir. iyi olanın bağırılıp çağırılarak propagandasının yapılmasına gerek yoktur. iyi olan ışıldar.

    bunu bilimin aydınlığı ile yıkanmamış bağnaz zihniyetlerin ortaya koydukları işlere bakarak kendiniz de görebilirsiniz. oluk oluk akan kaynağa sınırsız zaman ve insan gücüne, propagandanın en büyük borazanlarına sahip olmalarına rağmen çıkabildikleri seviye dombra, koalisyon şiiri, derin uyku, kod adı koz.

    ben lütfedip hatırlatmasam adı uzay boşluğunda 20 gün yankılanmayacak ideoloji pompası işler hepsi. bu insanların satın almadıkları tek güzel şeyleri yok.

    o yüzden size yılgınlık yakışmaz ali ismail yüzlü güzel çocukları cumhuriyetin. siz içinizi ferah, başınızı dik tutun. bilgiye, sanata, eşitliğe, özgürlüğe, adalete inanın.

    göreceksiniz biz cehaletle verdiğimiz mücadeleyi zaten 92 yıl önce kazandık. şu an yaşadıklarımız, korkunç vahşiliği ile ölüm sancısı orta çağ zihniyetinin.

    çok değil birkaç yüz yıl sonra siz de benim kadar ümitli olacaksınız,

    cumhuriyet çocukları

    bayramınız kutlu olsun.

  • bir yerde okumuştum "annesinden önce uyuyanların derdine inanmıyorum" diyordu.
    geçen akşam erken uyudum. sonra kalktım yüzümü yıkadım. her zaman olduğu gibi yüzümdeki tuz eksilmedi.
    çay içermisin oğlum diye seslendi annem, ses yankıyı yerinden oynatıyordu ama görüntü yoktu.
    sesin hangi odadan taştığını öğrenmeye çalışırken bir demlik çayla oturmuş annemi gördüm bir başına.
    öyle yalnız, öyle kimsesiz, öyle karanlık.
    bütün dertleri bir araya getirsen, böyle bir dert oluşmazdı.
    kaç sene oldu hatırlamıyorum, bu kadar çok ağlandığını.

  • aslında kimsenin bilmediği, bizi de biraz daha fazla alakadar eden ilginç bir hikayesi vardır. sunay abi tadında bir başlangıç oldu ve öyle devam edecek.

    100 sene öncesi, 1915 yılı.

    malumunuz çanakkale'de kan gövdeyi götürüyor. toplam kayıp 250.000 kişiyi aştı, ki bunların 150.000 den fazlası bizden, yani türk, kalanların da bir çoğu bildiğiniz gibi anzak.

    fakat ortada ters giden bir şey var. ingiliz hükümeti çok kısa sürede geçileceği tahmin edilen çanakkale'de durumdan memnun. çünkü..
    çünkü gerçeği bilmiyor.

    çanakkaledeki ingiliz komutanı raporlarında, işler tıkırında, bugün yarın geçiyoruz diyor hep. işte tam bu zamanlar yaşanırken, bir savaş muhabiri. melbourne age gazetesi'nden. avustralyalı. görüyorki durum pek anlatılan gibi değil. türkler ekmeği üzüm hoşafına batırıyor batırıyor, gelip merminin önüne set çekiyorlar. tabi bir konu daha gücüne gidiyor. ingiliz komutanların devamlı klasik müzik eşliğinde, viski yudumlarken, kardeşi anzak askerleri'ni rahatlıkla bu mermilerin havada dans ettiği yere sürmesi.

    bu haberi neden şimdiye kadar ulaştıramadı. çünkü çok ciddi bir sansür var. savaşın içinden gerçekleri anlatmak, hele de sizi koruyan generallerin hoşuna gitmeyecek şeyleri anlatmak kolay değil. iş olacak gibi değil. tüm gerçekleri tek tek anlattığı uzunca bir mektup yazıyor. ben hala bu mektubun, çanakkale savaşı için en önemli kaynaklardan biri olduğu kanısındayım. fakat hiç kimsenin şu ana kadar bahsettiğini veya çevirdiğini görmedim.

    bu mektubun sansüre uğramaması için kendi doğrudan avustralya başbakanına elden ulaştırıyor. tabi başbakan durumu çok ciddiye alarak yine hemen elden ingiltere başbakanına. ingiltere başbakanı kabinesini topluyor ve bu uzun mektubu, hiçbir yerini atlamadan yaklaşık 3 saat boyunca okuyor. hemen mektubun gerçekliği araştırılıp, doğruluğu teyit ediliyor. cephedeki ingiliz kumandanları görevden alınıyor ve yurdumuza göz diken emperyalist güçler çanakkale’den çekiliyor.

    ee tabi bu önemli kararı almalarını, gerçekleri görmelerini sağlayan savaş muhabiri, savaştan sonra ülkesinde zengin-fakir büyük bir kitlenin sevgisine mazhar oluyor. bu muhabir yavaş yavaş ülkenin gazete sahibi entelektüelleri arasına giriyor ve medya gücünü ömrünün sonuna doğru her gün artırıyor. maalesef kendisi 1952 yılında vefat ediyor. o sırada 21 yaşında olan oğlu gazetenin başına geçip, babasının tüm başarılarını katlayarak devam ettiriyor.

    beyler bayanlar, pek bilinmeyen hikayemizin kahramanı medya patronu keith murdoch ve onun yerine alan oğlu rupert murdoch’tur.

    edit: o kadar mektup mektup diye çığırtkanlık yapmışız, hem içeriğine hiç girmeden hem de paylaşmadan geçmişiz. ayıbımızı hemen düzeltiyoruz. hatta ilgilenebilecek arkadaşlar arasında çeviri için bir sayfa paylaşımı yapılıp, kendi literatürümüze bir kaynak kazandırmanın faydalı olacağı kanısındayım (bkz: https://www.nla.gov.au/…iles/gallipoli_letter_0.pdf).

  • “aldanmak gaflettir. hususiyeten (özellikle) aldandığını beyan etmek, apaçık itimadı yitirmektir. samimiyet ile ahmaklık münasebetini birbirinden ayıran yegane unsur ise, haysiyettir. haysiyeti olmayan, yanılmaya, aldanmaya ve aldatmaya ilelebet mecbur kalacaktır…”

  • depremi yaşayan bir depremzede olarak bu entryi giriyorum.

    ailemi ziyaret için elbistan'da bulunuyordum, normalde pazar akşamı uçakla istanbul'a dönecektim ancak sabiha gökçen'deki fırtına nedeniyle uçuşum iptal oldu ve biletimi salı sabahına erteledim. iyiki de ertelemişim, iyiki deprem sırasında ailemin yanında kalmışım. öncelikle gece 4.15 civarı pazarcık depremiyle uyandım, yatağın içerisinde cenin pozisyonuna geçtim ve depremin bitmesini bekledim ama baya uzun sürdü. bittiğinde içeri odaya gittim, herkes uyanmıştı zaten ancak evimizde bir hasar yoktu, zaten bu depremden elbistan etkilenmedi. 10 dakika sonra ikinci deprem oldu, babam bizi bırakıp çıkın dedi ama öyle olmuyor. gene de sanki sıradan bir depremmiş gibi gidip uyuduk, dediğim gibi bizim ilçemiz birkaç enkazla atlattı bu depremi. artçılar sabaha kadar devam etti, sabah 8.30'da bilgisayarı açıp mesaiye başladım ancak herkesin gözü tv'deydi, maraş merkez ilçeden görüntü bile yoktu ekranlarda, orada yaşayan kuzenim durumun çok kötü olduğunu söyledi, bizim ilçe depremden etkilenmediği için bize doğru yola çıkmıştı zaten.

    öyle böyle öğlene kadar haberleri takip ettik, maraş'tan sadece bir görüntü vardı trabzon caddesi'ni gösteren, caddenin yüzde 70'i yok olmuştu. bir ara dışarı çıkıp geldim, saat 1.30 civarı amcam, ben, babam ve halam oturma odasında haberleri takip ediyorduk. diğer halam dışarıdaydı, kız kardeşim de diğer odada uyuyordu. hafiften bir deprem başladı, ilk başta artçılardan biri zannettik ama deprem gittikçe hızlanmaya başladı, koltuğun dibine çöktüm, bir elimle amcamı öbür elimle babamı tuttum, sanki bir yardımı olacak gibi. gözümüzün önünde karşı apartman çöktü. her yeri bir toz kapladı, deprem nedeniyle evimizin penceresi açıldı, içeri toz dolmasın diye fırlayıp pencereyi kapattım, bu esnada deprem devam ediyordu. tv devrildi, muhabbeti kuşlarımızın kafesi devrildi, evimizin duvarının an an çatladığını gördük. babam ve halam çığlık atıyordu. deprem bitti, can havliyle ayağa kalktım, bilgisayar telefon ne varsa bir çantaya attım, kız kardeşime bir şey oldu diye çok korkmuştum. korkudan yataktan çıkamamış, ona çantayı verdim, koş, dedim sadece. üstüme montumu giydim, amcam da aynısını yaptı. babam ve halam engelli, ikisi de yürüyemiyor. bir ara kilere, mutfağa gittim. memlekete gidince kilerde uyurdum hep, sakin oluyor diye. uyuduğum yere dolap devrilmiş, o an orada olsa şu an bu entryi giremiyordum yani. oturma odasına gittim, babam emekleyerek kapıya doğru gidiyordu, halam maalesef hiç hareket edemediği için beni de çıkarın diyordu, seni de gelip alacağız korkma dedim. nasıl korkmuş, kendisini içerde bırakır mıyız hiç, öleceğimi bilsem gene girerdim içeri. merdivenler de bir garip bizim evin, eski ev işte. 2. kattan zemine kadar iniyor. babama sırtıma bin dedim, normalde taşıyamam, can havli. tam merdivene adım attım, 6.0 büyüklüğündeki artçı geldi, devrildik. bitmesini bekledik. sonra amcam geldi babamı çıkardık. dışarısı kıyamet yeri gibiydi. insanların aileleri enkazda kalmış, herkes yardım istiyor, bizim sokak kompile enkaza dönmüş. babamı caddenin karşısında caminin bahçesine kadar götürdük. depremler devam ediyordu bu esnada. kardeşimle diğer halam dışarda ağlıyordu. bir de telefonum çalıyordu durmadan. amcamla koşarak geri girdik, ev hâlâ sallanıyor muydu bilmiyorum. hasta olan halamı da dışarı çıkardık. bizim merdiven çökmek üzereydi zaten. onu da taşıdık aynı yere. ortalık korkunçtu, umarım bir daha hayatım boyunca öyle bir şey görmem. bizim arabamızın da bir kısmı enkaz altındaydı. amcamla onu temizledik, mecbur gidecektik ve arabaya ihtiyacımız vardı, bu da baya zamanımızı aldı. bir de molozların üzerinden geçerken arka sağ lastik patlamış. allahtan arabada kriko vardı. etraf sallanmaya devam ediyordu bu arada. o an aklıma kuşlar geldi işte, herkesi çıkarmıştık evden ama onlar kalmıştı. böyle aracı krikoyla kaldırırken sessiz sessiz ağlamaya başladım, bizimkiler görürse moralleri yok olurdu çünkü, hepsi bana bağlıymış gibi hissettim. bu arada amcam değerli eşyaları almak için içeri gideceğim dedi, gitme dedim. gitti ama gene de, zaten esas bundan sonra ihtiyaçları olacaktı onlara. neyse ben lastiği değiştirirken amca geri geldi, kuşları da almış, almasa şimdi açlıktan ya da soğuktan ölmüştü onlar da. bu arada tam ne zaman bilmiyorum ama parça parça hatırlıyorum, birini enkazdan taşımalarına yardım ettim, bir de aküsü biten bir aracı itmeye yardım ettim. olayların sıralamasını karıştırmış olabilirim, bilmiyorum. arabaya binip daha sakin bir yere giderken şehri gördüm, yok olmuştu.

    orda iki gün geçirdik bir opet'te. su yoktu, hava -10 dereceydi. iki gün boyunca devlet yoktu, yardıma gelen kimse yoktu. enkaz altında donarak kaç kişi öldü allah bilir. çok öfkeliyim, o iki günü, terkedilmişliği hiç unutmayacağım. telefo6nda herkese iyiyiz dedim, çok şükür fiziksel olarak iyiydik ama ben iyi değildim.

    kafam hâlâ allak bullak, şehirden ayrıldık. babamlar başka bir şehre gitti ben ankara'dayım, iki gündür macunköy'de deprem bölgesine giden kolilere yardım ediyorum. geceleri uyuyabilirsen rüyamda deprem oluyor. halamla telefonda konuşuyorum, çok ağlıyor. her şeyleri gitti. tüm ailemiz bir yerlere dağıldı. ve ben bir noktada istanbul'a gitmek zorundayım. 2024'e istanbul'da girmeyeceğim, orada da bir deprem olacak ve ben 100binlik bir şehrin yıkılınca ne hale geldiğini gördüm. istanbul'u hayal bile edemiyorum.

    memleketim yok oldu, bir sürü tanıdığım öldü, bir sürü tanıdığım enkaz altında. bir hüngür hüngür ağlasam rahatlayacağım, ağlayamıyorum.

    şu an hala bir yerler sallanıyormuş gibi hissediyorum.